Volkan Çıkıntoğlu
26 Ağustos 2016
Monofest’16 ikinci gününü geride bıraktı. Gece geç saatlere kadar oturmalar, gündüz çimlere, gölgelere yayılmalar başladı… Festival ruhu bunu gerektirir. Oyun izleme tempomuz da artıyor. Artık her gün bir uzun tartışma ve üç oyun izleyeceğiz. Monofest, yüksek odaklanma gerektirir.
Birute Mar, Antigone oyunundan bir gün sonra karşımıza Sevgili oyunu ile çıktı. Aynı oyuncuyu, bu kadar kısa zamanda iki farklı oyunla görebilmek büyük şans. Artık o oyuncunun hikaye ile nasım hemhal olduğunu, hikaye anlatıcısı olarak kendini yeniden nasıl kurduğunu takip edebiliyorsunuz. Antigone’de tragedyayı taşıyan Birute, bu sefer genç bir kızın bedenini arıyor sahnede… Hikayedeki karakter de, tekinsiz bir aşk serüveni içinde bedenini arıyor. Bu noktada oyuncunun skoru ile karakterin üstün amacı kesişiyor. Bu durumun, tek kişilik bir oyun için önemli bir olgu olduğunu düşünüyorum. Sevgili, oyuncu hikaye ilişkisi açısından iyi bir örnek sundu bize.
Wioleta Komar’ın sergilediği Diva, toplama kampında tecavüze uğramış, oradan kurtulduktan sonra müzik hayatına bu travma ile devam etmiş bir opera sanatçısını konu alıyor. Benzerlerine aşina olduğumuz Holokost hikayesinin ötesinde, Wioleta, çok güçlü bir oyunculuk performansı sundu bize. Oyuncunun hareketi ekonomik kullandığı, böylece eylemin ve imgenin çok yoğun görülebildiği, itkiyle hareket eden bir bedenden bahsediyorum… O zaman hikayeden bağımsız şekilde oyuncuyu takip ediyorsunuz. Buradaki risk, performansın oyunculuk şovuna dönüşmesi olabilirdi. Fakat, Wioleta bu tuzağa düşmeden sundu bize Diva’yı.
Gecenin son oyunu, izlediğimiz iki ağır hikayenin aksine bir standup gösterisiydi. Pavol Seris, Yemeğinizi Beğendiniz mi Beyler?, fiziksel tiyatro okumasının avantajlarından (bunu fuayede öğrendik) yararlandığı bir restoran parodisi sundu bize. Standup’ın kültürel bir altyapısı olduğunu düşünürsek; farklı bir kültürün mizahına muhatap olmak ilginç ve güzel geldi. Kısacası, güldük eğlendik, kaynaştık.
Standup, sonrasına pek tartışma bırakmayan, seyircinin hissinin de yargısının da oyunda yoruma yer bırakmayacak şekilde açığa çıktığı bir tür. gülünmeyen ama sevilen bir standup olduğunu sanmıyorum. Ama bu türdeki kadar açık takip edemesek de; aslında her solo performansın, seyirciyle çok sezgisel bir bağ kurduğu fikrine kapılıyorum. Sonrasında ise benim burada yapmaya çalıştığım gibi, o sezgisel olanı dile getirmeye, bir anlamda kelimeye hapsetmeye çalışıyoruz. Bence mutlu seyirci, bu sezgisel olanı, zihinsel olana indirgemeye çalışmayandır…
Bu sefer bolca çıkarım yapmışım. Sanırım, oyunlar biriktikçe, tek bir kategoride çeşitli örnekler gördükçe fark etmeden güçlü bir teorik altyapı da oluşuyor. Çünkü iyi bir festival bunu gerektirir…