MonoFest’16 4. Günün Ardından
Sayılı Gün Çabuk Geçer ve Önce Aşure Biter
Volkan Çıkıntoğlu
28 Ağustos 2016
Festival dediğin dev bir makinedir; her bir dişlisinden, kapağından, bacasından ayrı bir çıktı veren. Miyazaki animasyonlarında gördüğümüz cinsten heybetli ve muzip bir makineden bahsediyorum. Öyle ki; Monofest’16’da tek bir gözün yakalayamayacağı kadar çok hikaye yaşanıyor. Maddenin ruh halinde olabilseydim eğer, festival ahalisinin bir öbeğinden diğerine; medresenin bir köşesinden ötekisini salınarak gidebilirdim ve tüm bu hikayelerin, çıktıların ve anların hepsine tanık olabilirdim ancak… Ve gazeteler “festivalde bir hayalet dolaşıyor.” diye yazarlardı. Ama hiç olmazsa hakikatin bir kısımını, lafı hiç dolandırmadan maddeler halinde sıralayalım, Monofest’te 4. Güne nasıl gelindi anlayalım:
- Festivalde dün 3 oyun izlendi; Teatrellik, Macbeth ve Turaab.
- Monufest’’16 nın kalabalık bir mutfak ekibi var. Kendileri isimlerini teşhir etsinler, ben burada sıralamayayım.
- Medrese mutfağı şu sıralar çok hareketli. Bir futbol takımının soyunma odasını andırıyor. Hijyen bakımından demiyorum. Takım ruhu ve coşku olarak. Öğle öncesi ve sonrası olarak iki yarı oluşturmuşlar. Her yarının başında, Aşçımız Deniz Hanım, bir antrenör gibi takımı toplayıp taktik veriyor sonra bir coşuluyor. “Hadi şu insanları güzelce doyuralım” nidalarıyla işe koşuluyor. Müzik dinleniyor (sesi kısılmadan), doğranmış sebzeler havada uçuşuyor, tencereler, tavalar elden ele dolaşıyor, su buharına vantilatörler yetişmiyor. Ama kabul edin ki; 120 kişi ancak böyle bir ruhla doyuruluyor.
- Akşam; Nesrin, İlke ve Erdem, Festival ahalisine hediye olarak bir konser verdi. C. S. Tarancı şiirlerinden besteler söylediler. Ama daha fazlasını kelimelere dökemem, çünkü bazı şeyler sadece yaşanır.
- Erdem’in bilgisayarında dünyanın en büyük excel dosyası var. Fesitval ahalisinin oda organizasyonunu yaptığı, paletteki tüm renklerin kullanıldığı bir excel. Erdem, onunla dünyadaki barınma sorununu çözebilir… Bu dev excel, Medresenin dijital bir izdüşümü, elektronik resmi gibi çok garip.
- Mateusz Nowak’ın oynadığı Teatrellik, oyuncunun samimiyeti ve derdini dolaysız anlatan hikayesi sayesinde seyirciyle çok güzel bir ilişki kurdu.
- Sezgin Teyze, festival ahalisine (Yaklaşık 120 kişi) dünyanın en güzel aşurelerinden birini yaptı. Bu geleneği sürdürmek bir yana; o kadar kişiye yapmaktan imtina etmemek çok saygı duyulası bir olay… Zaten Aşure yenirken vuku bulan mutluluğu görseniz anlardınız.
- Tekrar hatırlayalım; Nesrin, İlke ve Erdem’in verdiği konser, çok güzel geçti.
- Hiç iki oyun arasında akşam yemeğine koşturan yüz yirmi kişi gördünüz mü? Servis masasının arkasında bekleyenler görmüş. Bir zombi istilasını andırıyormuş.
- Bahçenin bir köşesine üzerinde yürümek için ip gerdiler. Çok iyi oldu. Çünkü her festivalde olması gereken bir şeydir akrobasi. İleride hulahop, top çevirme ve bilumum akrobatikliğin dahil olmasını istiyorum
- Macbeth oyununda, Peter Čižmár çöplükte yaşayan bir evsiz olarak, tüm Macbeth oyununu canlandırdı. Oyunun yüksek gerilimine rağmen, girdiği bütün oyun karakterlerine angaje bir oyuncu gördük. Festival’in İstanbul’dan gelen seyircisi için bu sezon kaçıncı Macbeth oldu bilmiyorum ama tek kişilik uyarlaması da izlenerek parantez kapatılmış oldu. Teşekkürler Monofest’16…
- Festival katılımcısı arasında Anadolu Üniversitesi Konservatuarı’ndan çok fazla kişi var. Nasıl öyle oldu? Acaba okuldan otobüs falan mı kaldırdılar?
- Nesrin, İlke ve Erdem’in verdiği konser, çok güzel geçti. Sonrasında kimseyi yatıramadık tabi. Böylece Medresenin çimlerinde Monofest’16’ının en uzun gecesi yaşandı. Soran olursa “Festival uykuyu öldürdü” dersiniz.
- Festival Ahalisinden oyunlara gelirken sandalye taşımaları, anfiye minder almaları, sonra sandalyeleri geri götürmeleri isteniyor. Hepsine yardımcı oluyorlar. Monofest’16 ahalisi çok tatlı. Birlikte hareket eden karınca sürüsü gibiler.
- Turaab, Lana Nasser’in sözsüz pandomim ile soyut anlatı arası bir gösterisi. Lana Nasser’in oyununun soyut diline eklenmek belki biraz zor olabilir ama onun öyle güçlü bir aurası var ki; kumlarla oynayışını saatlerce izleyebilirdik.
- Bazen ben hariç herkes birbiriyle tanışmış gibi hissediyorum. O kadar farklı kombinasyonlarla muhabbet grupları oluşuyor ki başım dönüyor.
- Işık ekibi, Devlet Tiyatrolarının bir senede yaptığı mesaiye festivalin dört gününde ulaştı. Bu insanlar, sabah kahvaltıda yürek yemişler. Sıcak ışığı çıplak elle tutup amfiden büyük salona taşıyorlar. Emektar ışıkçılar, ışıkçılarımız…
- Mateusz Nowak, oyunun fuayesinde festival ekibine ve katılımcılara o kadar içtenlikle teşekkür etti ki; bir an Monofest’in bir çok yabancı oyuncuya ev sahipliği yaptığını, onlarda bir iz bırakarak evlerine yolladığını fark ettim. Bu kalabalıkta insan bazen unutuyor.
- Türkiye’de solo performans denince akla ilk gelen isim olan Celal Mordeniz diye yazan bir gazete editörü olsaydım şöyle devam ederdim: Oyunun fuayesinde “Asıl günah işlemek bizi insan yapar. O yüzden sahnede günahkar olanı izlemek isteriz” dedi. Kimse de itiraz etmedi. Demek ki, günahkârlar arasında kaldım burada, okuyucu. Aslında hiç de öyle gözükmüyorlar, telefonlarını oyun esnasında kapatıyorlar, ahşap sandalyeleri masalara geri taşıyorlar. Demek ki, karnaval ve cehennem arasında ince bir çizgi var.
- Nesrin, İlke ve Erdem’in verdiği konser, çok güzel geçti. Fani yaratıklar olduğumuzu hatırladık. Festival coşkusunun yanına bunu koymak iyi oldu.
- Emre Ünal’ın Trom’da yaptığı göz makyajı bir gün sonra bile çıkmıyor, bunu öğrendik. Bir de bu insan, Şirince’ye arabayla o kadar gidip geldi ki, bir rivayete göre artık gözleri kapalı sürüyormuş arabayı.
- Mutfak ekibi, Medrese’de insan sayısı arttıkça daha da seviniyorlar. Allah sonumuzu hayır etsin.
- Sayılı gün çabuk geçiyor. Çimlerde oturuluyor, bulunan her gölgede uyunuyor, her topa vuruluyor, sanki her girişilen eylem yarım kalıyor gibi ama bu sayede çok şey de oluyor. O zaman dünden kulaklarda kalan bir şeyle bitirelim. İlke, C.S. Tarancı’dan söylüyor efendim: “Bunlar hep, yaşadığıma dair.”
Festival, son gününe girdi.