Volkan Çıkıntoğlu
03 Eylül 2017
Başlığa hangi günün ardından diye yazacağımı bilmediğim noktadayım. Günler karıştı, tarihler karıştı, bayramla festival karıştı, gündüzle gece karıştı. Karışarak ilerliyoruz ve gayet sakiniz, arık bizim normalimiz bu: MonoFest’17, galiba üçüncü gününü geride bıraktı.
Peki bu bloğun sesi bile bir tarihçi titizliği ile not düşemeyecek ise bu festivali, yıllar sonra bu günleri araştıracak olan tarihçiler, bilim adamları, Şirince’nin bu bölgesinde kazı yapan arkeologlar, toprağın altından çıkardıkları şeyleri nasıl yorumlayacaklar, hangi güvenilir kaynağa dayanacaklar? Kendi festivalleri ve kurban bayramını aynı anda kutlayan, taş binalar ve naylon çadırlarda yaşayan, toplumdan ayrılmış, değişik bir kavimle mi karşılaştıklarını düşünecekler?
Ama bu bloğun sesi de bir bedene ait. Beden de aynı anda tek bir yerden olmaktan mustarip, her şeye yetişilemiyor okuyucu. Oysa hayalet gibi, ruh gibi bir şey olsam; ne bileyim hiç değilse tuz ruhu, bulaşık kokusu, Celal’in eloktronik sigara dumanı gibi havadan hafif olsam. Her yere dolanabilsem, bölünüp aynı anda başka yerlerde olabilsem. Önce mutfağa girsem, Olcay ile 91 tane patlıcanı sayılı şekilde sepete dizsem, Bülent usta ile pilav kavururken tere yağ kokusuna karışsam ama bu arada bir parçamda Oğuz Atay Salonunda, ışık ekibi ile tavanda dolaşsa, bir parçam da kapının önünde yer kapmak için bekleyen, içeri girip çıkma hakkı olan görevlilere imrenen seyircilerin yanında olsa. Bir parçam oyunu izlerken, bir parçam Erdemle tamda oyun esnasında Selçuk’a inse. O paylaştığı Selçuk’ta bekleme fotoğraflarının hakikatine de tanık olabilsem. Adaçayı içsek dandik bir çay bahçesinde, uzaklara dalsak, “acaba şimdi izledikleri oyun nasıldır?” desek, sonra çaycı gelse ”abi bir tane de veriyim mi?” dese, efkarlansak, Erdem’le hayatımızda ilk defa bir sigara yaksak ve sigara dumanı olarak, medresenin yeni arabasına dolsam (evet, artık Toros yok.), festivale geri dönsem. bir kısmım medresede oyuna girenlerin sırada beklerken ne konuştuğunu işitse ve bir kısmım oyuna girmeyip, herkes salondayken boş avluda oturmak nasıl bir histir diye baksa. Hatta küçük bir parçamda, sahnede oyuncunun yanında dursa ve oradan festival seyircisine bakmak, daha yarım saat önce çimlerde birlikte oturduğu, yemek sırasında birlikte beklediği insanların karşısında, (bence yatılı bir tiyatro festivalinin seyirci-oyuncu ilişkisi açısından böyle özelleşmiş bir hali var. Ah, bu blog daha uzun tutulabilse belki biraz olsun anlatılabilirdi) şimdi başka bir varoluş halinin nasıl bir şey olduğunu deneyimlese. Nesrin etrafta hiç durmadan neye koşturuyor, bir parçamı onun peşine taksam ama onun koşturma rüzgarından, o parçam buhar olup yok olsa. Bitmiyor okuyucu, olabileceğim haller bitmiyor. Daha aynı anda, hem yemek veren Hazal ve Şükran olup, hem de yemek alan konuk olmak, akşam çimlerde oturan her muhabbet grubuna dahil olmak, hem de havada taklalar atan liseli gençlerin, ne bileyim Tuna’nın, Atahan’ın arasına karışmak. Ara veren teknik ekiple emekçi çayı içip, işi biten gönüllerinin gizli muhabbetlerine katılmak. Her şeyi öğrenmek ama her şeyi. Daha bunları bitiremeden Celal’in solo performans atölyesine yollanmak, o güzel saman çatılı salonda, oyunculuk üzerine konuşmak… Yorulduk… Bense ancak bunların hepsinden sadece birini seçebilen –ya da bazen hiç birini- bir kul olmanın acziyetiyle yazabiliyorum. Festivalin hakikati ne kadar dile gelebilir ki bu şartlarda? Ama bir büyük festival makinesine dönüşen medrese ahalisi, bu makinenin hiç durmadan çalışan dişlileri, çarkları gibi, bir yerlerde yaşam üretmekle ve festivalin hikayesine katmakla meşgul. Bu notları tutarken bire, bir sürü şey kaçırıyorum. Ah, bu hep bir şeylerinde peşinde olma hissi, bu hisle gelen zindelik… Belki festivalin yakıtı, böyle bir şeyden geliyordur.
Medrese ahalisi! Festivalde yaptığın her şeyin kıymetini bil, çünkü muhakkak ki sana imrenerek bakan gözler var uzakta. Ama yaşadığın deneyim sadece senin mahreminde değil, unutma. Bizim bedenlerimiz sınırlı belki ama her şeyi birbirine bulaştıran, bulaştırdıkça biriktiren bir hayalet dolaşıyor etrafta, festival hayaleti…