Volkan Çıkıntoğlu
25 Ağustos 2016
Başlangıçlar önemlidir. Bir yere ilk geliş, bir şeyi ilk defa yapmak, birinci denemeler, zordur. Uluslararası Monodrama Festivali, (MonoFest) bu sene ikinci yılıyla karşımızda…
Dün festival; yemek kuyruğunda, çimlerde, banyolarda ve Medrese’nin bilumum köşesinde koşturan insan kalabalığını, bir anda sakinleştirerek başladı. Stoa’nde olan bir festivalin de büyüsü bu olsa gerek; ne kadar kalabalık olursa olsun o ahaliyi tek ve sakin bir varlığa dönüştürebilmek… Önce, Celal Mordeniz’in, bizim açılış paniğimize tezat dinginliğiyle ve rahatlığıyla yaptığı konuşmayla biraz durulduk. Açılış konuşmaları önemlidir, festivalin ruhunu dillendirir. Celal Mordeniz’in konuşmasıyla, gelenekselleşen ve büyüyen bir şeyin parçası olduğumuz hissi oluştu bende. Keyfini çıkaralım. Sonra tüm ışıkların kapandı. Oyunun antresi beklendi. Ve o kısacık anda, yıldızlarla dolu gökyüzünün altında amfi tiyatronun basamaklarında, yüz kişi küçücük kaldık. Romantik bir imgeden bahsetmiyorum… Ama MonoFest’16’nın –tüm festivallerde olması gerektiği gibi- gerçeğin yırtılıverdiği bir hali varsa ben ne yapabilirim? Dün festivalin açılışını yapan iki oyundan bahsedebilirim belki; Antigone ve Gizemli Hediye…
Litvanyalı National Drama Thaeter’ın sergilediği Antigone, aşina olduğumuz hikâyesinin ötesinde tragedya metinlerinin tek bir bedenin üstüne yüklendiği zaman nasıl yeni imkânlar ve anlatılar açabileceği konusunda çok ilham vericiydi. Antik Yunan Tragedyaları, konuşma hiyerarşisi ve hikâyenin ardışıklığı bakımından, tek bir oyuncunun ayağına dolanmayan bir netlik sunuyor. Karakterler, her ne kadar tezlere konu olacak karmaşıklıkta olsalar bile; isteklerinin ve arzularının bedensel karşılığı çok güçlü. Birute Mar, Antigone metninin bu özelliklerinden yararlanarak, güçlü bir oyunculuk dizgesi oluşturmuş. Oyunun trajik hacmi ise, oyuncuya eşlik eden dev projeksiyon görüntüleri, sesler ve oyuncunun arkada beliren büyük gölgeleriyle sağlanmış. Belki de, tek kişilik bir oyunun ötesinde; yaşadığımız çağda, bir tragedyanın atmosferi buralarda aranmalıdır. Teknoloji ile tiyatronun, oyuncu ile diğer nesnelerin işbirliği söz konusu Birute Mar’ın Antigone’sinde. Bu noktada, karakterlerin tek bir bedende temsili ile dönüşümünün, hikâyenin akışı ile birikmesinin neye karşılık geldiği iyi bir tartışma konusu olabilir.
İranlı Crazy Body Group’un Gizemli Hediye’si ise sözü dışarıda bırakan, doğu ezgilerinden müziği ve oyuncunun (yüzünü saklayan) bedeniyle seyirciyi alıp başka yerlere götüren, evrenle yarım saatliğine de olsa dikey bir ilişki kurmamızı sağlayan bir oyun oldu… Oyunun seyirciyi teatral bir deneyime hazırlayan ışığı, müziği, oyuncunun hüneri ve beden estetiğini bir tarafa koyalım. Gizemli Hediye’de Yaser Khaseb, genelde performe etmek ve özelde oyuncunun eylemi denen olgularla dolaysız bir bağ kuruyor. Böylece, demin kenara koyduklarımızla birlikte, seyirci olarak, artık bir metin de aramadan ve neredeyse oyuncunun da görünmez olduğu sezgisel bir dünyayla baş başa kalıyoruz. Bunun sadece benim yakıştırmam olduğunu zannetmiyorum. Çünkü; Yaser Khaseb’in oyun sonundaki selamındaki halet-i ruhiye, oyunla ilişkisinin böyle bir yerden olduğunun sağlaması oldu benim için. Selam deyip geçmeyin; selam oyuncunun varoluşunun bir parçasıdır. Sonuç olarak; tiyatroyu değerlendirdiğimiz kategorilerin dışında, bu sezgiselliğin de üzerine düşünmeye değer olduğu kanısındayım. Burada ne desem oryantalist bir övmeye düşeceğim diye çekiniyorum…
Birinci gün bitti. Şimdi festival ahalisi olarak, dünün tartışılacağı öğle sonrası kahvesini bekliyoruz…